SON DAKİKA
Hava Durumu

“AKIL TUTULMASI: KARANLIKTA GÖZ KIRPAN TOPLUMLAR”

Yazının Giriş Tarihi: 24.04.2025 22:24
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.04.2025 22:27

Bazı anlar vardır; bir topluma dışarıdan baktığınızda olup bitenler rüya gibidir, ama bir kâbusun içindeymiş gibi. Mantık, neden-sonuç ilişkileri, ahlaki ilkeler bir sisin içinde kaybolmuştur. İşte bu hâle “akıl tutulması” denir. Kişisel düzeyde bu, geçici bir mantık felci, değer yitimidir; ama bir toplumun kolektif bilincine yerleştiğinde, sonuçlar sadece bireysel değil, tarihsel olur.

Akıl tutulması, sadece bilgi eksikliğiyle açıklanamaz. Bazen toplumlar bilgiyi ellerinde tuttukları hâlde ona dokunmaktan korkar, onu işlemekten aciz kalır. Bu, hem psikolojik hem de sosyolojik bir felakettir. Toplumun ortak bilinci, tıpkı güneşe gözünü dikemeyen biri gibi gerçeklerden kaçmaya başlar. Freud’un bastırma mekanizması, Jung’un gölge arketipi, Fromm’un “özgürlükten kaçış” kavramı bu durumu anlamakta kilit taşları olabilir. Gerçekle yüzleşmek, içsel kaosu gün yüzüne çıkarır. Oysa çoğu toplum, kendi karanlığını görmektense başkasının ışığında kör olmayı seçer.

Sosyoekonomik ve kültürel bir akıl tutulması yaşandığında gelişim nereye yönelir?

Yönelim belirsizliğe, kaosa, tutarsızlığa olur. Eğitim sistemlerinde bilimsel düşünce geri plana itilir, liyakat yerine sadakat ödüllendirilir. Kültürel miras, geçmişin yüküymüş gibi omuzlardan atılır ya da vitrine konup ticarileştirilir. Sanat susar, düşünce hapsedilir, birey sorgulamaktan utanır hâle gelir. Bu tip bir ortamda kalkınma yalnızca sayısal büyüme ile ölçülür. Oysa kalkınma, önce zihinsel bir devrimle başlar; bilgiye, eleştiriye, estetiğe ve ahlaka duyulan saygıyla.

Ama aklı tutulmuş bir toplum, gökdelenlerin gölgesinde büyüyen yoksulluğu, süslü cümlelerle meşrulaştırır. Uçurum derinleşir ama hâlâ “her şey yolunda” denir.

Türkiye Gündeminde Akıl Tutulması

Bugün Türkiye’de yaşanan bazı olayları bu perspektiften okumak mümkün. Ekonomik krizlere, toplumsal adaletsizliklere, doğa katliamlarına ve eğitimdeki erozyona rağmen geniş kesimlerin bunlara kayıtsız kalması, hatta savunması nasıl açıklanabilir?

Bu bir “bilişsel uyumsuzluk” sürecidir. İnsanlar, yaşadıkları gerçekle inandıkları değerler çatışınca ya değerlerini sorgular ya da gerçekle yüzleşmeyi reddeder. İkincisi tercih edildiğinde, inançlar daha da katılaşır. Bir anlamda, gerçek ne kadar rahatsız ediciyse, ona karşı geliştirilen savunma mekanizmaları da o kadar kuvvetlenir.

Medyanın tek sesli hale gelişi, düşünce kuruluşlarının susturulması, akademinin sindirilmesi gibi süreçler, bu akıl tutulmasını derinleştirir. Kişi kendi yaşamında sorunlar yaşasa da bir “büyük resim” vaadine kapılıp sorgulama yetisini bırakır. Gerçek acıdır çünkü; yalan ise güvenlidir.

Bir İnsan Neden Kendi Vatanının Toprağını Satar?

Bu soru hem mecaz hem gerçek anlamda sorulabilir. Vatan toprağını satmak, sadece sınır içindeki bir arsanın mülkiyet devri değildir. Aynı zamanda geleceği, bağımsızlığı, kültürel kimliği, ortak hafızayı da pazara çıkarmaktır.

Bir insan neden bunu yapar?

1. İnançsızlık: Kendi toprağında bir gelecek göremeyen birey, onu bir “değer” olarak değil, bir “yük” olarak görür.

2. Çıkarcılık: Kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli kayıpları göz ardı eden zihniyetin eseridir bu.

3. Bilgi eksikliği: Tarih bilmeyen, toprağın kutsallığını kavrayamayan bir nesil, mirasını kolayca elden çıkarabilir.

4. Yabancılaşma: Marx’ın dediği gibi, emek yalnızca üretimden değil, yaşadığı topraktan da yabancılaştırılır. Kentleşme, modernleşme ve bireyciliğin gölgesinde, insan artık toprağı bir aidiyet değil, sadece bir meta olarak görür.

Bugün kıyılarımız, ormanlarımız, yaylalarımız, maden yataklarımız kimlerin elinde? Sadece sermaye mi alıyor bu toprakları, yoksa biz mi terk ediyoruz onu? Cevap çok katmanlı, ama sonuç aynı: vatan dediğimiz şey yalnızca siyasi bir sınır değil; üstüne basarken düşünmeden geçtiğimiz ama altında atalarımızın yattığı topraktır.

Şimdi vardığımız sonucu şu üç başlıkla özetleyebiliriz : Akıl, Vicdan, Hafıza.

Akıl tutulması, sadece bir entelektüel karanlık değil; bir vicdan tutulmasıdır aynı zamanda. Hafızası elinden alınan toplumlar, kendilerini tekrar eder. Kendi çocuklarına geçmişin karanlıklarını değil, onun aydınlatıcı derslerini öğretemeyen toplumlar, geleceğe ancak gölgelerini taşır.

Belki de en çok şu soruyu sormalıyız:

Toprak neden kutsaldır?

Çünkü üzerinde sadece yaşanmaz; uğruna ölünen şeylerin, susularak geçilen çığlıkların, unutturulmuş hakikatlerin gömüldüğü yerdir orası.

Ve biz, bu topraklarda hâlâ susuyorsak, belki de aklımızdan çok, yüreğimiz tutulmuştur.

Yüreklerin umutla çarptığı günlere…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    logo
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.