19.yüzyılda İrlanda,İngiltere’nin yönetimi altındaydı ve toprakların çoğu İngiliz aristokratlara aitti. İrlandalı köylüler, İngiliz toprak sahiplerinden arazi kiralayarak tarım yapıyordu. Ancak, yüksek kiralar ve tarımsal krizler nedeniyle köylüler büyük bir ekonomik sıkıntı içindeydi. 1879’da büyük bir kıtlık başladı ve İngiliz toprak sahipleri, kiraları düşürmek yerine köylüleri tahliye etmeye başladı. Bu süreç, İrlanda Toprak Ligi’nin kurulmasına yol açtı. Ligin amacı, adaletsiz toprak sistemine karşı çiftçileri örgütlemekti. Kaptan Charles Boycott, İrlanda’nın batısındaki County Mayo bölgesinde bir İngiliz lordunun toprak yöneticisiydi. 1880’de, İrlanda Toprak Ligi’nin çağrılarına rağmen kiraları düşürmeyi reddetti. Bunun üzerine köylüler, Boycott’a karşı örgütlenerek alışılmışın dışında bir direniş yöntemi başlattılar. İrlandalı çiftçiler, Kaptan Boycott’un ekonomik ve sosyal olarak izole edilmesini sağladılar. Hiçbir işçi, Boycott’un tarlalarında çalışmadı. Tüccarlar, Boycott’a yiyecek satmayı reddetti. Postacılar, onun mektuplarını teslim etmedi. Hiç kimse onunla konuşmadı, sosyal hayattan tamamen dışlandı. Sonuç olarak, Boycott ve ailesi tamamen izole edildi ve ekonomik olarak çökmeye başladı. Boycott, İngiltere’den polis ve asker desteği istemek zorunda kaldı. 50 asker eşliğinde, 50 işçi getirildi ve hasat yapmaları sağlandı. Ancak, bu operasyon binlerce sterline mal oldu. Sonunda Boycott, baskılara dayanamayarak İrlanda’yı terk etmek zorunda kaldı. Bu olay, tarihte ilk kez ekonomik ve sosyal izolasyonun güçlü bir protesto aracı olarak kullanıldığı bir örnek oldu. Denilebilir ki bu örnek 1773’teki Boston Çay Partisine, 1930’daki Gandhi’nin pasif direnişine, 1950’lerde Güney Afrika’daki Apartheid karşıtı boykotlara, 1977’lerde başlayan Nestle Boykotuna, 1995’te ABD’deki Montgomery Otobüs Boykotuna ve 2018’de Fransa’daki Sarı Yelekliler gibi halk hareketlerine ilham verdi. İrlanda’daki bu olay, ekonomik adaletsizliğe karşı barışçıl bir direnişin ne kadar etkili olabileceğini gösterdi. Kaptan Boycott’un adı, istemeden de olsa, tarih boyunca zulme karşı yapılan ekonomik protestoların sembolü haline geldi. Basın, bu tür protestolara “boykot” adını verdi ve bu kelime dünya çapında kullanılmaya başlandı.
“Boykot” kelimesi, 1880’den sonra İngilizce’ye ve diğer dillere geçti.
Tüketimle terbiye etmenin tarihi o zamanlar adı “boykot” olarak anılmasa da Peloponez Savaşı sırasında Sparta’yı zayıflatmak amacıyla Atina’nın ticari ilişkilerini kestiği M.Ö 5. yüzyıla kadar uzanır. Antik Yunan’dan günümüze farklı şekillerde de olsa önemli ve etkili bir halk hareketidir. Sadece ekonomik baskı aracı olmakla kalmaz aynı zamanda toplumsal bilinç yaratarak siyasi değişim talebi oluşturur. Peygamber zamanında Müşrikler tarafından inananlarla ve onlara akrabalık bağıyla bağlı olanlarla üç yıl boyunca her türlü ilişkinin kesildiği dönem boykotun farklı bir özelliğine vurgu yapmaktadır. Verilen örnekler boykot fiilinin insana dair her alanda ve her coğrafyada önemli bir hareket olduğunu göstermektedir.
Etkili olabilmesi için halktan destek görmesi, medyanın duruma ilgi gösterip güncel tutması, konu hakkında uluslararası destek sağlanması önemlidir.
Bizim coğrafyamız da bu tarz halk hareketlerine uzak kalamamıştır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmasını, Kırım Savaşı sırasında, savaş maliyetlerini karşılamak için gerçekleştirdi. Ancak malî durumu düzelmeyen devlet, savaştan sonra da borç almayı sürdürdü ve 1875’te devlet iflas etmişti. Sonuçta borçlar idaresi yabancılar denetimindeki Düyun-u Umumiye adlı ortak örgüte devredildi. (Prof. Bedri Gürsoy, 100. Yılında Düyun-u Umumiye İdaresi Üzerine Bir Değerlendirme) Bunun üzerine 1908’den itibaren Osmanlı halkı, Milli İktisat Boykotları adı altında yabancı malları boykot etmeye başladı. “Türk Malı Kullanalım” kampanyaları düzenlendi. ABD’deki Kanlı Pazar (1969) olayları sonrası ABD ürünlerine boykot çağrısı yapıldı. 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmesi üzerine ABD’nin Türkiye’ye askeri ambargosuna karşı yine Amerikan ürünleri boykot edildi. 1996’da meydana gelen Susurluk kazasıyla devlet, mafya ve siyaset ilişkileri ortaya saçıldı. Resmi makamların skandala yeterince tepki vermediğini düşünen halk
1997’de her akşam 21:00’de 1 dakika boyunca ışıklarını kapatarak protesto yaptı. 2001’de İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği operasyonlar ve saldırılara karşı İsrail menşeli ürünlerin boykot edilmesi için kampanyalar başlatıldı. 2018’de ABD’nin Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulaması ve doların aşırı yükselmesi sonucu Cumhurbaşkanı ABD ürünlerine boykot çağrısı yaptı. En son 2025 Ocak ayında kanunsuz şekilde zam uygulayan market ve şirketlere yapılacak olan boykotun sade bir vatandaş olarak en doğal hak olduğu yine Cumhurbaşkanı tarafından ifade edildi. Devletin en tepesindeki yetkilinin bile gerektiğinde katıldığı bu tepki şekli, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda doğrudan “boykot” kelimesiyle yer almasa da, çeşitli temel hak ve özgürlükler çerçevesinde güvence altına alınmıştır. Bu haklar şunlardır:
1. Düşünce ve İfade Özgürlüğü (Madde 26)
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı (Madde 34
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
3. Sendika Kurma ve Toplu Eylem Hakkı (Madde 51-54)
Çalışanlar sendika kurma ve sendikalar aracılığıyla toplu haklarını savunma hakkına sahiptir. Grev ve iş bırakma eylemleri yasal çerçevede yapılabilir.
4. Tüketici Hakları (Madde 172)
“Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.”
Anayasal bir hak olarak insanlar belirli bir ürün veya hizmeti satın almamayı tercih edebilir ve bu tercihi başkalarına duyurabilir. Bir konuya dikkat çekmek için barışçıl gösteriler ve protestolar düzenleyebilir. Tüketiciler, yanlış veya adaletsiz buldukları ticari uygulamalara karşı alışveriş yapmama hakkına sahiptir. Devlet, tüketicilerin bilinçli seçim yapmasını engellememelidir. İşçi sendikaları, kötü çalışma koşulları veya işveren politikalarına karşı iş bırakma eylemi (tüketici boykotu dahil) düzenleyebilir. Boykot hakkı, bazı durumlarda “kamu düzeni” veya “başkalarının haklarının ihlali” gerekçesiyle sınırlandırılabilir. Ancak barışçıl, şiddet içermeyen ve kişisel ekonomik tercihe dayalı boykotlar anayasal haklar çerçevesinde korunmaktadır.
Tarihte boykot, yalnızca tepki değil, yönlendiren bir güç olmuştur. Hindistan’da Gandhi’nin tuz yürüyüşüyle, Amerika’da Rosa Parks’ın otobüs protestosuyla ya da Türkiye’deki yerli malı kampanyalarıyla halk, tüketim alışkanlıklarını birer politik araca dönüştürmüştür. Bugün de aynı ilke geçerlidir: Tüketmemek bir ses, görmezden gelmek bir tavırdır. İşte tam da bu nedenle, boykotun yalnızca ekonomik değil, ahlaki bir sorumluluk olduğunu vurgulayan düşünür Judith Butler şöyle der:
“Şiddet karşısında tarafsız kalmak, şiddetin tarafında yer almaktır. Boykot, etik bir taraf seçiştir.”
Boykot, bireyin gücünü hafife almamayı öğreten bir eylemdir. Sessiz gibi görünen bu direniş biçimi, tarih boyunca büyük değişimlerin ilk adımı olmuştur. Bugün elimizdeki seçimler küçük görünebilir; ancak her bilinçli tercih, yarının daha adil ve duyarlı bir toplumunu inşa etme potansiyeli taşır. Yasakları, yoksulluğu, yolsuzluğu bitireceğim diyerek gelenler…
Bir topluma kendini unutturdu.
Yabancılaştırdılar diline, yanlılaştırdılar vicdanını,
Yozlaştırdılar hakkını, ahlakını, hayalini…
Ve şimdi susmasını bekliyorlar.
Ama bilmezler:
Sesin kesildiği yerde, yürek konuşur.
Ve yürek bir kez konuştu mu,
Adına artık isyan değil, uyanış denir.
Bilinçli tercihlerle ve Sevgi’yle kalın…