"Goebels'e sormuşlar;
- "İktidar nedir?"
- "Düşman yaratmaktır.." diye cevap vermiş.
II.Ramses'e gitmişler;
- "En büyük piramit hangisi?"
- "Kibrimizdir.." demiş.
Platon'a sormuşlar;
- "Devlet nasıl yönetilir?"
- "Ya ilimle, ya zulümle.." diye yanıtlamış.
◦ “Adalet mülkün temelidir.” sözünü duymayan var mıdır bilinmez ama buradaki “mülkün” “devlet” anlamında olduğunu çoğumuzun bilmediğini düşünüyorum. Bu sözün nereden çıktığını araştıran Cündioğlu şu anekdotu aktarır: “Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü 1258’de ulemayı toplar ve onlara sorar: “Adil-kafir hükümdar mı, zalim-müslüman hükümdar mı daha üstündür?” Ulema içinde itibar edilen biri sonunda cevabı verir: “Adil-kafir hükümdar daha üstündür.”
Mülk-melik, Saltanat-sultan” aynı köklerden gelir. “Mülk” maddi ve siyasi egemenliği ifade ederken, “melik” bu egemenliği elinde bulunduran kişiyi tanımlar. “Saltanat” yönetim biçimini ve gücü ifade ederken, “sultan” bu gücü elinde bulunduran kişidir. İslam siyaset felsefesinde “Mülk, kâfir bile olsa adaletle ayakta kalır; mümin bile olsa zulümle ayakta kalmaz.” sözü yaygındır. Bu anlayış, mülkün yani yönetimin ve devletin ancak adalet ile sürdürülebileceğini vurgular. Bu düşünce Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Siyasetname, İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinde de vurgulanmıştır. Eğer bir devlet adil olmazsa, keyfi uygulamalar yaparsa, halkın taleplerine kulaklarını tıkarsa, karar alma süreçlerinde halkını yok sayarsa halkın yönetime dair güveni sarsılır ve otorite zayıflar. Devletin adaleti sadece yasaları uygulamak değil, bu yasaların “nasıl” uygulandığına ve vatandaşların temel haklarına dikkat etmek, hukukun üstünlüğünü ve toplumsal barışı sağlamakla da ilgilidir. Aksi taktirde Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Fransız Monarşisi, Rus Çarlığı ve Güney Afrika Apartheid Rejimi gibi bireysel ve toplumsal adaletin korunamadığı devletlerde çöküş kaçınılmaz bir sonuçtur.
20. yüzyılın en etkili siyaset kuramcılarından olan Alman asıllı Amerikalı tarihçi ve filozof Hannah Arendt, 1961 yılında Nazi Almanyası'nın Yahudiler konusundaki politikasının belirlenmesinde önemli katkıları olan ve Nazi uygulamalarında etkin rol oynayan Alman subayı Adolf Eichmann’ın yargılanmasını takip etmiştir. Eichmann mahkemede kendini “Ben sadece emirleri yerine getiriyordum.” diyerek savununca Arendt dehşete düşmüştür. Çünkü Eichmann sadece sistemin bir parçası olarak görevini yerine getirdiğini düşünüyor ve yaptıklarını hiçbir ahlaki muhakemeye dayandırmıyordu. Buradan hareketle Arendt büyük zulümlerin kötü niyetli kişilerden değil, sistemin emirlerine “düşünmeden uyan” sıradan insanlardan kaynaklandığını ileri sürdü. Bürokratlar, güvenlik güçleri, yargı mensupları aldıkları kararların “etik” sonuçlarını düşünmeden, “verilen emirleri yerine getirerek"; medya, nefret içeren veya ayrıştırıcı bazı söylemleri sorgulamaksızın tekrar ederek; yargılamalar "gelen emirlere göre" yapılarak devam edegelirse Arendt'in "Kötülüğün Sıradanlığı" iş başındadır. İnsanlar düşünmeyi bırakmış, bireysel sorumluluklardan kaçmış,kendini çoğunluğun güvenli kulvarına teslim etmişse otoriter rejimler tıkır tıkır işliyor demektir. Böylelikle bu çoğunluk "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." diyerek zulmün normalleşmesine yardım etmiş ve sistemin birer çarkı haline gelmiştir. Yukarıda verdiğim çöken ya da dağılan ülkeler göz önüne alındığında "sessiz kalan ve sorgulamayan" çoğunluğun milliyetinin, inancının, coğrafyasının bir öneminin olmadığı açıktır. Zulme veya adaletsizliğe ahlaken birleşip karşı çıkamayan her toplum bir gün mutlaka tarihin tozlu raflarına kaldırılacaktır.
Yazının başındaki soruya dönelim. Müslüman bir hükümdar zalim ya da kafir bir hükümdar adil olabilir mi diye düşünülebilir. 1200lerde ulemanın verdiği cevabı 2000lerde düşünmek zorunda kalmanın verdiği olumsuz duygu ve düşüncelerle savaşırken bir yandan, diğer yandan da bunu düşündürenler veya çanak tutanlarla savaşarak iyi ve güzele doğru adımlar atmak gibi çelişkiler sarabilir ruhunuzu. Dipsiz acılara ve kitlesel soykırımlara özne olan Kızılderililer vermiş cevabı çok öncesinde: “Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Tam da bu nedenle yani çocuklarımıza dair bir görev olarak ırk, cins, dini-siyasi ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşların eşit muamele gördüğü, adil bir devlet yönetimi sağlamalıyız. Bu yönetim sistemine hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunması, fırsat eşitliği, demokratik katılım, liyakat ve çoğulculuk ilkelerinin uygulanması ile ulaşılabiliriz. Devlet, yurttaşlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden hizmet sunmalı ve herkes için adalet sağlamalıdır.
” Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir. Adaleti çökmüş bir milleti yok olmaktan hiçbir güç kurtaramaz.” der Çukurova’nın çınarı Yaşar Kemal.
Adaletle ve Sevgi’yle kalın.