SON DAKİKA

GEÇMİŞİN BİLGİSİ

Yazının Giriş Tarihi: 12.04.2025 13:09
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.04.2025 13:17


“Tarihini bilmeyen bir millet, hafızasını kaybetmiş bir insana benzer.” der Cicero. Bu toprakların insanına geçmişin bilgisini anlatmak ve onu aşmasını sağlamak amacında olan Türk Tarih Kurumu 15 Nisan 1931’de kuruldu.

İnsanın kendisiyle, diğer insanlarla, doğayla olan geçmiş ilişkilerinin, tecrübelerinin bilimsel kaydıdır “Tarih”. Mazinin tanıklığı ve kolektif anılar toplamıdır. Varoluş yolculuğunu sürekli sorgulayan insanın zihnindeki “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” merakı ile doğduğu düşünülen tarih bilimi, yalnızca geçmişi anlamamızı sağlamakla kalmaz; aynı zamanda bugünü kavramamıza ve geleceği şekillendirmemize de ışık tutar. Kültürlerin, medeniyetlerin, savaşların, barışın, inançların ve düşünce akımlarının izini sürer; bireyin ve toplumların hafızası, zamanın derinliklerine atılmış bir pusuladır. Pusulanın her daim kuzeyi göstererek yön bulmamıza yardımcı olması gibi tarih de toplumların yönünü tayin etmesinde şaşmaz bir referans noktasıdır. Ancak pusulanın gösterdiği ‘kuzey’, yalnızca geçmişin olaylarını değil, o olaylar karşısında sergilenen toplumsal tavırları da içerir; çünkü bir toplumun vicdanı, geçmişe verdiği tepkilerde saklıdır.

Gündüz Vassaf’ın da belirttiği gibi, “Tarih dediğimiz şey çoğu zaman galiplerin kaleminden yazılır; kaybedenlerin, suskunların ve susturulanların hikâyeleri ise satır aralarına sıkışır.” İşte tam da bu yüzden ilacını ya da mikrobunu bekleyen açık bir yara gibidir. Neyin önemli ya da önemsiz olduğu, nelerin göz önüne getirilip nelerin hasır altı edileceği dönemin güç sahiplerine ve onların ideolojilerine/ çıkarlarına göre biçimlenir. Artık bu açık yara enfekte olmuştur.

Vassaf’a göre tarihte sesler kadar sessizlikler de anlamlıdır. Hangi sesin bastırıldığı, kimin görmezden gelindiği tarih yazımının etik sorumluluğudur. “Zulüm sadece susturmak değil, unutturmaktır” derken, bu unutturma politikasının tarih yazımı üzerinden de sürdüğüne dikkat çeker. Örneğin tarih boyunca savaşlarda, göçlerde, üretimde erkeklerle yan yana yer alan kadınların ve bu topraklarda yüzyıllarca yaşayan Ermeni, Rum veya Kürt halklarının varlığı zamanla ya unutulmuş-unutturulmuş ya da tehdit olarak algılanmıştır. Oysa tarih sadece büyük zaferlerin, büyük adamların tarihi değildir, küçük hayatların, hafızaların da toplamıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, tarih biliminin bu gücünü çok erken fark eden bir liderdi. Ona göre milletlerin geleceğe güvenle bakabilmesi, geçmişlerini onurla ve doğrulukla hatırlayabilmelerine bağlıydı. Osmanlı’nın son döneminde milli bilinç zayıflamış, Türkler idraksiz ve aklı kıt olarak yaftalanmış, Batıdaki kaynaklarda Türkler uygarlık dışı gösterilmiştir. Yeni kurulan Cumhuriyet’in amacı bu tarz olumsuzlukları ortadan kaldırıp milli ve medeni bir kimlik oluşturmaktı. Bu sebeple 15 Nisan 1931 yılında kurulan Türk Tarih Kurumu, yalnızca geçmişin araştırılması değil, ulusal bir hafızanın yeniden inşası için atılmış önemli bir adımdı.
1744’te İsveçli Caroli Linnaei doğada var olan canlı çeşitliliğinin kaynağını araştırmış, 1800’lere doğru Fransız filolog Joseph De Guignes bu araştırmayı derinleştirip “Bugünkü medeni milletlerin Orta Asya’dan dağıldığı” iddiasını ortaya atmıştır. 1923 yılında Hüseyin Cahit Yalçın De Guignes’in kitabını Türkçeye çevirmiş, Atatürk de bu sayede ortaya atılan bu iddiadan haberdar olmuştur. Sonrasında yetkililere “Türk Tarihinin Ana Hatları” adında bir eser yazdırır ve uzmanlara dağıtılıp kontrol edilmesini ister. 1932’de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresinde bu konu ciddi şekilde tartışılır, Atatürk’ün öne sürdüğü bu fikre bilimsel temelden yoksun bir “saçmalık” diyenlerin karşısında güçlünün yanında yer almak adına gerçeklere sırt çevirenler de vardır. Yıllar süren çalışmalar ve tartışmalar sonucunda Atatürk bu tezin bilimsel dayanağı olmadığını anlar ve tezini geri çeker ancak Türk Tarih Kurumuna çalışmalarına devam etmesi emrini verir. Amacı uygarlığa hizmet konusunda geçmişte olmasa da gelecekte milletinin büyük işlere imza atmasını sağlamaktır. Atatürk’ün tezine itiraz eden bilim insanlarının hiçbiri işinden, özgürlüğünden ya da canından olmamıştır. (Celal Şengör’den derlenmiştir.)

Vassaf’ın tarih yazımına dair eleştirilerine Atatürk’ün Türk Tarih Tezi konusundaki tutumu örnek olabilir. Edinilen bilgilerin sorgulanması, güçlü-güçsüz, azınlık-çoğunluk, kadın-erkek herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekir. Türk Tarih Kurumu gibi köklü kurumlar, bu eleştirileri bir tehdit değil, bir davet olarak görmelidir. Çünkü tarih, kendini sürekli yenileyen, dönüştüren ve sorulara açık bir alan olabildiğinde gerçek anlamda yaşar. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” diye boşuna uyarmamış Atatürk.

Yaşanılası bir dünya için sessizlerin de çığlığını duymaya çalışarak ama her daim
Sevgi’yle kalın.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bursa 5n1k En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.