Dünyanın bir çok yerinde, çeşitli nedenlerle insanlar birbirlerini öldürdü, öldürüyor ve öldürecektir. Belki çok iddialı bir cümle olacak ama “insanın en büyük düşmanı diğer insanlardır” desek abartmış olmayız sanırım. Belki de o yüzden ünlü düşünür Thomas Hobbes (1588 -1679) “ insan insanın kurdudur” demiştir. Toplumsal bir varlık olduğumuzu söyleriz ama bencilce yaşayan, kendi çıkarı temelli birçok kötülük yapan, doğayı tahrip eden ve varlığına tehdit olarak gördüğü diğer canlılara yaşam hakkı tanımayan egoist bir tür olduğumuz da ortadadır. Belki de bütün bunları bize yaptıran hayatta kalma içgüdümüzdür.
Öldürme demişken medyada bir öğretmenin öğrencisi tarafından vurularak öldürüldüğünü okudugunuzda ne hissedersiniz? İnsan olarak üzülür, kabul edilemez, hazmedilemez bir durum olarak değerlendiririz değil mi? Bu tür olaylardan hemen sonra nedense aklıma gelir insan nedir (?) sorusu.
Nedir İnsan?
Dinamik bir oluşum içerisindeki insan varlığını tanımlamak kolay değildir. Yeterli bir tanımı da hiçbir zaman olmayacaktır. Çok çeşitli cevapları olan bu soruya ünlü filozoflardan Konfüçyüs “insan, öğrenen hayvandır” diye karşılık verirken, Thales "araştıran", Sokrates, "sorgulayan", Sofistler "kazanan", Platon "toplumsal”, Aristo "düşünen hayvandır" der. Gazali için "İnsan, tutarsız bir hayvandır", Descartes olaya başka bir pencereden bakar ve "insan, konuşan hayvandır" der. İnsanla alakalı belki de en çarpıcı tanımı Nietzsche söyler ve der ki "insan, düpedüz hayvandır!
İnsanın tanımı çok çeşitli şekillerde tarif edildi ancak birçok düşünür, insan denilen canlının eğitilmeden insan vasfını alamayacağını da ifade eder. Öyleyse insan olma sürecimize biraz göz atalım mı?
Toplum bireylerden ve bireylerin yetiştiği ailelerden oluşur. Varlığını geçmişinde sahip olduğu ve bugünde devam ettirdiği maddi ve manevi değerlere borçludur. Yeni kuşaklara sürekli aktarılarak devam eden bu değerler ailede başlar, eğitim yoluyla hayat bulur. Anne karnından başlayan, kucağından devam eden ve üniversitedeki profesöre kadar kişiyi oluşturan bu süreç kültürün, şartların, zaman ve mekânın harmanıdır. O yüzden “insan olmaz, oluşur” denir.
Örneğin çocukluğunda etik değerleri öğrenememiş bir kişinin, yetişkin olduğunda etik olmasını bekleyemezsiniz. Etik ilkeleri benimsememiş kişi, bencil olup kendi menfaatlerini tüm değer yargılarının önünde görerek yaşamını sürdüren insandır. “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür” diyen Tolstoy, iyi insanın tanımı için “bir mum misali yanıp tükenirken etrafını aydınlatan insandır” dese, yani öğretmeni tarif etse tam oturacaktır.
Kişisel davranışlar nasıl oluşur?
Ailede yetişen çocuk anne-babasını gözleyerek büyür. Yani ailenin değerleri çocuğun değerleri haline gelir ve bu durum nesiller boyu aktarılarak devam eder. Kültür haline gelen bu yaşam biçimi kanıksanır ve hayatın gerçeği haline dönerek içselleştirilir. Bu durumu çok az kişi aşar, kırar ya da değiştirebilir. Sonuç olarak etik değerlere sahip olmayan bireylerin dünyasında Empati, Vicdan, Öz-kontrol, Saygı, İyi yüreklilik, Hoşgörü ve Adil olmak da bulunmayacaktır. Bu ilkelerin eksik olduğu bireylerin oluşturduğu toplum mutlu, huzurlu ve diğer canlıların hayatına saygı duyan bir yaşamı öncelemeyecektir. Çünkü bu tip bireylere göre, çevre dengesi, diğer insanlar, kamu yararı, hak, hukuk vb. hal ve durumlar önemli olmayıp, kendi kişisel çıkarlarını karşılayan davranış doğru, tersi durum ise yanlış davranış olacaktır.
Hayatı nasıl ve kimden öğreniriz?
Bu sorunun cevabını verdik sanırım. Doğduğumuz aile ve bu ailenin içinde bulunduğu toplumsal yapı, yani kültür bizi oluşturur. Tabi ki bizi en çok şekillendiren kişilerden bir tanesi de rol model olan öğretmenlerimizdir. Öğretmenden öğreniriz birçok şeyi. Öğrendiğimiz şeyler olumlu olduğu gibi olumsuz yönde de bir davranış değişikliği sağlayabilir. Zira insan davranışlarının nedeni ve kişiliğin gelişimi bireyin öğrenme tarihçesinden anlaşılabilmektedir. İnsanlar yaptıkları davranış sonucunda ödül ve ceza alma durumlarına bağlı olarak bir davranışı öğrenirler. Öğrenilen bu davranış pekiştirilmeye devam edildiğinde alışkanlık haline gelir ve kişiliğin bir parçasını oluşturur. Yani insan alışkanlıklarıdır.
Kurallar çiğnenmek için midir?
Dünya üzerindeki serüvenimizde huzurlu ve güvenli yaşamanın yollarını aramış, bitmeyen bir süreç olan bu hali devam ettirmişiz. Yaşamını güven, huzur ve düzen içerisinde geçirmek isteyen insanoğlu, bunu sağlayabilmek için kendisine bir takım kurallar koymuştur. Bu kuralları dini, ahlaki ve hukuki kurallar olarak gruplamak mümkündür. Toplumu oluşturan bireyler tarafından uyulması amacı ile konan bu kurallar çoğu kez bireyin çıkarları ile çelişmiştir. Oysa toplum varlığının devamı ve faydası gereği bireylerin bu kurallara uymasını bekler ve ister.
Antik Yunan dönemi düşünürlerinden Aristo’ya göre “hiçbir insan iyi değildir. Hiçbir insan da tam olarak kötü değildir.” Fayda temelli yaşayan insan çevresini örüntülerken maksimum çıkarını gözetir. Dolayısıyla kendi yararına göre hareket eden insanın iyi - kötü olmasını, faydası karşısındaki kişilerin pozisyonları belirleyecektir. Bu faydanın ne olacağı hiç önemli değildir. Maddi veya manevi kazançlarımızın karşısındaki herkez kötü, bize fayda sağlayan her şey iyi’dir. Ancak bize iyi gelen bir başkası için kötü, kötü gelende bir başkası için iyi olabilir. Çünkü insanın doğasında iyi ve kötü olma hali, varlığının nedeninden kaynaklı bir olgu olarak zaten vardır. Öyleyse Tolstoy’ un iyi ve kötü insan tanımını biraz daha ötelemek istersek; “hiçbir insana iyi ya da kötü insan diyemeyiz” sonucuna ulaşabilir miyiz?
Sadede gelirsek, bir toplumun koymuş olduğu kuralların uygulanmasını sağlayacak, kişiyi Tolstoy’ un İYİ’ si olmaya yönlendirecek ilk sosyal ve önemli organ AİLE’ dir. Ailenin birçok fonksiyonu vardır. Bunların başında yetiştirdiği insan gücüyle topluma hizmet etmenin yanında aile bireylerine mutluluk vermek gelir. Mutsuz çocuklar mutsuz ailelerden hayat bulur ve bu hayattan kurallara riayet eden İYİ insan yetişmez. Kuralları tanımayan, kabul etmeyen insanlar da toplumdaki her türlü anarşinin en büyük sebebidir.
Burada sorulması gereken en önemli soru şudur: Bu anarşiye sebep olan, toplumun mevcut kurallarına karşı koyan kişinin, aksi reaksiyonunun temelinde ortak fayda var mıdır? Bu yapılan karşı eylem doğaya faydalı mıdır ve bunun faturası kime kesilmelidir? Hemen cevap vermek gerekiyorsa, topluma uzun vadede zarar verecek bir duruma karşı bir kalkışma varsa saygı görmelidir. Aksi durum ise cezalandırılmalıdır. Çünkü insanlaştıramadıklarımızı kontrol altında tutmak zorundayızdır.
Toplum bireylerden ve bireylerin yetiştiği ailelerden oluşur. Varlığını geçmişinde sahip olduğu ve bugünde devam ettirdiği maddi ve manevi değerlere borçludur. Yeni kuşaklara sürekli aktarılarak devam eden bu değerler eğitim yoluyla hayat bulur. Öğrenme için hayat boyu davranışlarda meydana gelen değişikliklerdir diyebiliriz. Dolayısıyla öğrenmenin gerçekleşebilmesi için; bir davranış değişikliğinin olması, bu davranış değişikliğinin kalıcı hale gelmesi ve yaşantılar yoluyla hayat bulması beklenir. Çünkü bireyler bilgiyi çevreyle etkileşerek yapılandırır ve süreç içinde hem çevre hem de birey değişir. Bu değişimin, aktarma, öğretme ve eğitilmenin mimarı tabi ki öğretmenlerimizdir. Toplumun yapı taşı ailedir ancak aileyi şekillendiren de öğretmendir.
İnsanın en büyük düşmanı diğer insandır demiştik. Öyleyse burada şöyle bir soru çok yerinde olacaktır. Gerekçesi ne olursa olsun, topluma faydalı insanlar yetiştirmeye adanmış bir ışığı söndüren, İYİ’ yi, topluma adanmış bir canı, öğretmeni katleden canlıya İNSAN denir mi? Tabi ki cevabımız HAYIR! olacaktır.
Son söz...
Bugün günlerden 24 Kasım. Bu tarih, yirmidört saat süren sosyal medya hatırlanmasının arkasında unutulan öğretmenin, 364 gün komaya girmesiyle devam eden bir sürecin belirlenmiş tarihidir. Ancak sadece öğretmenler günü olarak kabul edilen bu sembolik tarihte değil, her zaman anılması ve değerinin bilinmesi gereken bir camiadır eğitim öğretim camiası! Ben çok iyi biliyorum ki Öğretmeni vurarak değil, unutarak öldürürsünüz!
Ama biz yine de bir vesile görelim bu özel tarihi ve öğretmenlerimizin gününü kutlayarak sevgi ve saygılarımızı bir kez daha onların insan aşkıyla atan kalplerine gönderip, ellerinden öpelim... Kutlu olsun!
İnsanın bol, afetsiz günlerin çok olduğu bir dünya dileğiyle…