İslam dünyasında, bir ay süreyle sınırlı oruç ibadetinin eda edilmesinin verdiği haz ve mutluluk yaşanıyor. Bazı çevrelerce oruç ibadeti aç ve yoksulların halini anlamakla ilişkilendirilir. Oysa bu doğru bir düşünce değildir. Eğer öyle olsaydı oruç yoksullara da farz kılınmazdı. Kaldı ki bu ibadet İslam dininin temel taşlarından birisi olan eşitliği sağlamakla ilgilidir.
Ramazan ibadetinin arkasından 2 ay 10 gün sonra kurban ibadetinin gelmesi ve varlıklı insanların kestikleri kurbanı fakirlere dağıtması bu anlayışın tamamlayıcısıdır. Zira iki ibadetin amacı da Allah rızasını kazanıp, yoksullarla eşitlenmeyi hedefler.
ZAMAN VE İNSAN...
Kelime olarak Arapçadan dilimize geçmiş bir sözcük olan “Zaman” Türk Dil Kurumuna göre; bir işin bir oluşun içinde geçtiği ya da geçeceği veya geçmekte olduğu süre, belirlenmiş olan andır. Çağdır, mevsimdir, devir veya dönemdir. Aslında yaşamımıza koyduğumuz bir ölçü birimidir.
İnsanoğlu olarak zamanın içinden geçtiğimizi düşünürüz. Dünya dediğimiz bu âleme ölçüler koyar, sonra da koyduğumuz bu ölçülere uyar, tabi oluruz. Anlam yükleriz, hislerimizle şekillendirir ve yaşadığımız süreyi belirleriz. İnancımızın bir gereği olarak özelleştirdiğimiz duraklardan birisi olan, bizim ölçütlerimizde her yıl yenilenen bu özel zamanlara bir çok farklı isim veririz. Şimdi yaşayacağımız bu özel zamanın adı da Ramazan Bayramı’dır.
BAYRAM ORTAK PAYDADIR...
İnsanoğlu, binlerce yıldır dünya diye tanımladığı arz kabuğu üzerinde bulunuyor. Aynı doğayı paylaşıyor, aynı güneşten ısınıp, aydınlanırken aynı ay’a bakıyor. Görünen durum bu lakin bilişsel olarak bir gerçek var ki; hepimiz farklı dünyalarda yaşıyoruz. Aynı genetik bilgiye sahip tek yumurta ikizlerinin parmak izleri bile birbirinden farklı olup, biyolojik yönümüz, bilişsel ve duygusal tepkilerimiz de dahil, hepsi bize özeldir. Yani benzersiziz...
Peki, bu kadar benzemezken nasıl anlaşabiliyoruz? Bu kadar farklılığa rağmen nasıl uyuşabiliyoruz? Kelimelerden oluşan cümleler ve cümlelerin şekillendirdiği kavramlara manasını neye göre veriyoruz?
Bu sorulara cevap vermek için yine “kendimizce” bir takım yargılarda bulunuruz. “Bence” diyerek başlar ve kelimelere giydirilmiş ortak kabulleri “dil” dediğimiz araçla simgeleştirip çevremize iletiriz. Telaffuz ettiğimiz bu kelimelere mana verip, anlam yükleriz. Yani duygu, düşünce ve ifadelerimizi farkılıklarına rağmen ortak potada eritip bizleştirerek “bence” kavramının içerisine hapsederiz.
İBADETİN ÖNEMİ...
Dedik ki; misafiri olduğumuz doğada bulunan, duyularımızla algıladığımız her nesneye kendimizce bir anlam yükleriz. Bunun yanında güzel-çirkin, iyi-kötü, yararlı-yararsız gibi göreceli kavramları bize göre belirleriz. Yaşayarak ve öğrenerek oluşturduğumuz bu kavramları inanca çeviririz ve inanç penceresinden bakarız dünyaya. Bilgi dediğimiz bütün enformasyonu inanç haline getiririz. Önce inanırız, sonra da gerekçelendiririz. O yüzden “bilgi gerekçelendirilmiş inançtır” deriz. Böylece gerekçesini bulduğumuz inançlarımızdan ayrılmak istemeyiz ve hatta sıkı sıkı sarılırız. Beynimize hükmeden bu inançlar, değer yargılarımızı oluşturur ve belirler. İyi, kötü, güzel, çirkin nedir gibi kavramların temellenmesi ve belirlenmesi inançlar ekseninde gerçekleşir.
Böylece toplumsal yaşamımızda bu ortak kabuller ve kabullerin gereği ibadetler bizi ortak bir çatının altında birleştirip kaynaştırır. Duygudaşlık verir. Aynı amaç için hareket etmenin verdiği haz, zevk ve şevkle birlik ve beraberliğimizi tesis eder. Birbirini hiç tanımayan milyonların birbiriyle iletişime geçmesini sağlar.
Biliyoruz ki iletişim olmadan mecbur olduiğumuz toplumsal yaşamı sürdüremeyiz. İletişim ise bizim yaşam biçimimizden kaynaklı kültürümüze bağlıdır. Kültür olmadan da yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamı ve bu anlamın ifade ettiği mana aktarımını yapamayız. Aktarılamayan her mananın yokluğu nedeniyle toplumda iletişimsizlik meydana gelir ve toplum birbirine yabancılaşarak bağı kopar.
İNANÇ İNSANA NE KATAR?
İslam anlayışında Allah, uçsuz bucaksız evreni yaratan tek tözdür. Zamandan ve mekândan münezzehtir. Hiçbir şeye ihtiyaç duymayan mükemmel, kusursuz tek ve zorunlu varlıktır. Dolayısıyla yoktan var eden Allah’ın dışındaki her şeyin yaratılmış olduğu ve yarattığı her şeyin onun iradesiyle anlam bulduğu inancı, İslam’ın evren kavrayışını simgeler.
Örneğin Farabi’ye göre insanın varoluş amacı, hem dünyada hem de ahirette mutlu olmaktır. Bunun için insan mükemmel olmaya çalışmalıdır.
İbn Sina Ruh Kasidesi isimli eserinde, “ten kafesine konuk olan” ruhun, insana hayat vermek ve onu yönetmek üzere ait olduğu kutsal yerden dünyaya geldiğini, akıl gözüyle görenlere açık, somut olarak algılamak isteyenlere bir sır olduğunu savunur.
Gazzali’ye göre; insan fanidir ve geçicidir. Sahip olduklarını helal yoldan harcamalı, fazla şey istememelidir. Dünya yaşamı din için araçtır ve ahirete hazırlık için yaşanmalıdır. Aksi durum için sonsuz azap olduğunu iddia eder.
Velhasıl...
Dostlar, bizim için manası derin ve anlamı çok geniş bir zaman dilimini yaşıyoruz. Adının gerekçesi ne olursa olsun yaşadığımız zamana Bayram diyoruz. Ve bu bayramlar özelinde hayatı anlama ve anlamlandırma adına önemli bir köşe taşı olan ibadetlerin ruhumuzdaki karşılığını arıyoruz.
Ruhumuzun ve bedenimizin huzur bulması, ebedi saadete ulaşması için yaratıcıya yönelmenin tatbiki içerisindeyiz. İşte bütün bunlar için dostluk ve kardeşliğin, dayanışma ve huzurun, mutluluk ve sevincin, barışın ve huzurun egemen olduğu bir dünya dileyelim. İnandığımız güçten bizi doğru yola ve yaşadığımız doğaya uyumlu bir yaşam anlayışına kavuşturmasını isteyelim. İçinde yaşadığımız dünyayla gönül bağımızı koparmadan, doğa kanunlarına uygun bir yaşam sürelim. Ve bu yaşama hayatın huzur içerisinde devamı için uyum gösterelim. Gösterelim ki her türlü afet bizden uzak dursun diyor;
Afetsiz günler temennisiyle “Mutlu Bayramlar” diliyorum…