Batıda hüsn-i hat karşılığında calligraphy (kaligrafi) kelimesi kullanılmaktadır. Ansiklopediler kaligrafi sözcüğünü “Güzel yazma, genellikle estetik kurallara bağlı kalarak ölçülü yazma sanatı” şeklinde tanımlamıştır. İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra hat sanatının ölümsüz merkezi olmuştur. Bütün İslam dünyasında tartışmasız kabul edilen bu gerçek en güzel biçimde şu sözlerle ifadesini bulmuştur: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Bütün İslam alemi hat sanatını öğrenebilmek için İstanbul’a koşmuştur.
Hat sanatı deyince akla ilk gelen isim hiç şüphesiz meşhur Vav Hattın sahibi Hattat Hafız Osman. Bu meşhur hattın ilginç birde hikayesi var; Hattat Osman bir gün aceleyle evden çıktığı için yanına para almayı unutmuş. Kayıkçıya, “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir “vav” yazayım, bunu sahaflara götür karşılığını alırsın” demiş. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı almış. Kayıkçı, “Hafız Osman vav’ı” diyerek satmış. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu “vav” ile kazanmış. Bir gün Hattat Osman yine karşıya geçecekmiş ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmış. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretler toplaya bailamış. Hattat Osman da yol ücretini kayıkçıya uzatımış. Kayıkçı “Efendi para istemez, sen bir “vav” yazıver yeter” demiş. Hattat Osman gülümseyerek demiş ki; “Efendi o “vav” her zaman yazılmaz.”
Günümüzde gelenek sanatların başında gelen hat sanatını yaşatma, nesillere aktaramaya çalışan hatta Mahmut Şahin hoca bu uğurda çalışmalarını sürdürüyor. Uluslar arası çalışmalarda bulunan Mahmut Şahin, başta İstanbul ve Bursa olmak bir çok şehirde hat çalışmaları ve eğitimleri veriyor. Hattın inceliklerini, güzelliklerini Hattat Mahmut Hocaya sorduk.
Sizi tanıyabilir miyiz? Mahmut Şahin kimdir?
Bendeniz gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak, Almanya’nın Duisburg şehrinde dünyaya geldim. 1982 yılında annemle beraber memlekete dönüş yaptım. Almanya’da başlayan eğitim hayatıma İstanbul’da devam ettim. İlkokulu Gaziosmanpaşa Küçükköy Dumlupınar İlkokulu’nda bitirdim. Ortaokul ve liseyi yine aynı semtte olan Vefa Poyraz Lisesi’nde tamamladım.
Hat sanatına nasıl başladınız?
Sanat hayatına ise 1991 yılında Sultanahmet’te Câferağa Medresesi’nde Hattat Aydın Ergün Hoca’dan Rika yazısı ile başladım. 1993 yılında Koca Mustafa Paşa’da Hekimoğlu Ali Paşa Câmi-i Şerîfi İmam Hatîbi Hattat Hüseyin Kutlu Efendi’den Sülüs-Nesih yazı eğitimi aldım. 2000 yılında da Kültür Bakanlığı Süleymâniye Kütüphânesinde rahmetli Prof. Dr. Ali Alparslan Bey’den Nesta’lik yazı dersi aldım. 2001 yılında Sülüs-Nesih ve 2004 yılında Ta’lik icâzeti aldım. Bu arada 1998 yılında rahmetli Ali Alparslan Hoca’dan celi divani dersi aldım. Askerden dönüşte de celi talik dersi aldım. 2004 de onun icazatını aldım.
Bir hattın asıl görevi sabırla Kuranı Kerimi yazmak
Sizi Hattata İten Neydi? Niçin Hat?
Benim rahmetli babam hafızdı. Medrese eğitimi görmüş icazet almış bir kişiydi. Ben aslında resim sanatına merak sarmıştım. Biz gurbette olduğumuz için yabancı film izlememizi tavsiye etmezlerdi. Biz de videolardan Battal Gazi, Tarkan gibi klasik Türk Filmlerini seyrederdik. Oradaki savaş aletlerin resimlerini çizmeye başladım. Daha sonra 1982’ yılında Türkiye’ye gelince manzara resmi çizdim. Resim; her ne kadar bazı şeyler yanlış bilinse de; suret çizmenin yasak olduğu; fakat resim çizmenin yasak olmadığı bir dine mensubuz. Hatta o dönem sivil savunma ile ilgili resim yarışmasında birinci oldum. Böyle devam ederken babam resim yapmama pek sıcak bakmıyordu. Osmanlı’da bir tabir vardır; marifet iltifata tabidir. İltifat görmeyince bende yavaş yavaş resimden uzaklaşarak imsakiyelerin üstündeki ayetleri yazmaya başladım. Yazmaya derken onları taklit etmeye başladım. Bir arkadaşımla, 1991 yılında hat malzemeleri satan bir yere gittik. O arada ben kitaplardan hat sanatı nedir? Ne değildir? Nasıl yapılır? Neye göre yapılır? Onları öğrenmeye çalışıyordum. Böylece 1991 yılında Cevher Ağa Medrese’sinde Hattat Ergün Hoca’yla karşılaştık rıka eğitimi almaya başladım. Osmanlı el yazısı dediğimiz bir rıka el yazısı var. Onun eğitimini almaya başladım.
Hattat nasıl yetişir ve hattat neyi nakşeder?
Hattat neyi nakşeder? Bir tabir vardır ‘Kuran-ı Kerim Hicaz’da nasıl oldu, Mısır’da okundu İstanbul’da yazıldı’ diye. İslam aleminde en güzel yazı bizim coğrafyamızda neşet etmiştir. Özelikle İstanbul başkent olduktan sonra Şehzade Beyazıt, sultan olduktan sonra Şeyh Hamdullah’ı çağırıyor. Onun Amasya’dan İstanbul’a gelmesiyle, hat sanatı başka bir boyuta geçmiştir. O yüzden İstanbul hat sanatının hala başkentidir. Kuran-ı Kerim nazıl olunca hafızlar deve kemiklerine, hurma yapraklarına, ceylan derilerine en güzel şekilde yazmaya çalışmışlardır. Daha sonra ‘bunları nasıl muhafaza ederiz’ diye düşünmüşler ve böylece kağıt, kalem ve mürekkep medeniyeti yani nasıl güzel yazı yazarız diye bir medeniyet doğmuştur. Biz, Hz. Ali’yi yazının piri olarak kabul ederiz. Hz. Ali ve Hz. Osman’ın el yazımı Kuran’ı Kerim Topkapı Müze’sinde. Yani bir hattın asıl görevi Kuranı Kerim’i ve Kuranı Kerim ayetlerini en güzel şekilde yazmak ayrıca hadis, kelam-ı kibarları ve güzel sözler hat sanatının içinde yer alır.
Hat sanatı sadece Arap harfleriyle mi yazılır?
Hat sanatı kendi şahsına münhasır bir yazı. Gotik yazı, italik yazılar var. Bunlar çok fazla sanatsal estetiğe çevirmeniz mümkün değil. Biz de özelikler nakli yazıyı bunun dışında tutmak şartıyla söylüyorum; İslam mimarisi, İslam sanatı, İslam yaşam tarzı böyle köşeli sert dönüşlü yazıları kabul etmez. İslam sanatındaki harfler, estetik boyutuyla 1400 senedir en müstakil hale gelmiştir. İstediğimiz şekilde yazabiliyoruz. Onların bir ruh estetiği var. Birde şu var; dünyanın kabul etiği, İslam sanatında hattatlar özelikle sülüs yazısında 3’de bir oranı var. Altın oranı yakalamıştır. Bundan dolayı estetik bir görüntüsü vardır. Picasso’nun bir sözü var ‘benim sanatta ulaşmak istediğim noktayı; İslam sanatı çoktan geçmiştir.’ Bunu dünyaca ünlü bir ressamın söylemesi…
Hattatlıkta bir silsilesi vardır
Hattatın kullandığı malzemelerin özelikleri nelerdir?
Kalem süresi; Allah kalem ve kalem ehlinin satıra dizdiğine yemin ederek başlıyor. Yani kalem bizim için olmaza olmaz. Hatta kutsal. Yongası bile atılmaz biriktirilir. Daha sonra vefat etiğimizde o yongaları yakılıp son suyumuzun ısıtılmasını isteriz. Kalem; bambu, ahşap ve normal kamıştan yapılıyor. Son zamanlarda metal kalemlerimiz de var. Sonra mürekkebimiz var. Olmaza olmazımız. Biz ona siyah nur ismini veriyoruz. Mürekkep tabi bizim geleneksel şartlarda yapılanı tavsiye ediyoruz. Çünkü ömrü çok uzun. Yani geleneksel yolla yapılan mürekkep binlerce yıl kendini muhafaza edebilir. Ona göre de alt zemini oluşturacak kağıt yapıyoruz. Kâğıtlarımız da normal kâğıttan ziyade asitsiz, doğal ortamda yapılır. Mümkünse el yapımı olmalıdır. Ayrıca biz kağıdın üstüne muhallebi dediğimiz nişasta aharı vuruyoruz. Daha sonra yumurta beyazıyla yaptığımız aharı vuruyoruz. İçine de şap koyduğumuz için böceklenmez. Başka kalem tıraşlarımız kalemliklerimiz, matamız, kalemdanlarımız, kağıt makaslarımız. Hepsi tamamen geleneksel şartlara uygun. Kağıt makaslarımızın sap bölümlerinde ‘ ya fettah’ yazar yani kapıları açan anlamına gelir. Biz, yurt dışından gelen kağıt ve mürekkep ile geleneksel sanat yaptığımızı sanıyoruz. Gelenek nedir? Gelenek, geleneğe bağlı demektir. Dışardan alınan kağıtla mürekkeple geleneksel sanat yapılmaz. Daha sonra bazı problemler çıktı. Hindistan’dan gelen kılçıklı kağıtların içinde domuz kılı çıktı. Japonların ürettiği mürekkebin içinde domuz kılı ve domuz ürünleri kullanılmış. Sonuçta biz ayet yazıyoruz, niye kendimizi şüpheye düşürelim ki.
Bir hattat nasıl yetişir?. Bir hattın özelikleri nelerdir? Hattatlık doğuştan gelen özelik mi?
Bizim kalem güzeli diye Mahmut Bedreddin Hocamızsın yazdığı kitabımız var. Bizim sanatlarımızın ilmihali olarak baktığımız bir eserdir. Onda hattatlığın şartları var. Örneğin haris olmak. Yani; üzerine düşkün olmak. Aslında bu bütün sanatlar için geçerlidir. Sanat yapacağım diyorsanız kenarından tutmakla sanat yapılmaz. Üzerine düşmeniz gerekir. Çok çalışmak. Yazı mütalaa etmek diyor eskiler. Çok fazla yazıya bakmak. Ve bir meşk silsilesinden gelmek gerekiyor. Bugün benim elim sağlam yazı yazabilirim. Hayır yazamazsın. Bir hoca gözetiminde. Bunun bir periyodik sistemi var. Ona bağlı olarak çalışmanız lazım ki, şöyle bir şey oluyor: ileride hattat olduğunuz da size ‘hangi hocanın çırağısınız, talebesisin?’ sorulduğunda, siz dersiniz ki ‘ben Hüseyin Kutlu hocanın talebesiyim’ ‘o kimin talebesi’ ‘Hamit hocanın’ böyle silsile Hazireti Ali efendimize kadar bağlanır.
Dijitalleşmenin sizin sanatınıza etkisi nedir?
Menfi kullanılmaya sözüm yok. Örneğin biz eskiden cami yazısı yazardık. Bunları ozalit ile büyütürdük. Sonuçta oda bir dijital. Onunda kolaylığı çıktı. Dijital olarak büyütürdük. Sonra kargo gönderirdik ya da elden teslim ederdik. Sonra meil yoluyla atmaya başladık oda bir dijital. Ama bunu sanatın içinde kullanmayı kast ediyorsanız? Bunun sonu özden kopmak oluyor. Yani biz artık sanal bir zevk almaya başladık. Görseller sanal olmaya başladı. Kimi sergilerde direk baskı yazı görmeye başladık. Sanat niçin yapılır? Birde o var. Ben kendimi ispat için mi? Ben harfi buraya çok güzel koruyorum ispat edilir. Yoksa ben bunu hem buraya koyuyorum, istifini yapabiliyorum, hem de yazabiliyorum. İlmin bizde karşılığı şudur; Osmanlıda alim olan kişiye şu tabir kullanılır; çok mürekkep yalamış diye. Çok tuşa basmış tabiri kullanılacağını zannetmiyorum. Biz yine geleneksel yöntemlerle kağıtlarımızla, ahşap kalemlerimizle geleneksel usullerle yapılmış, mürekkeplerimizle yapmak taraftarıyız. Çünkü tarihe bir not bırakmak istiyorsanız dijital olarak hiç bir şey bırakamayız. Şuan bir virüs bilgisayardaki bütün verileri yiyebilir. Ama bizim yaptığımız kağıtlar; bin senedir 2 bin senedir Topakapı Sarayı olmak üzere bir çok müzemizde duruyor.
Biz geleneksel sanatımıza tarihi eserlerimize gereken değeri vermiyoruz
Çalışmalarınız oluyor. Herhangi bir sergi açmayı düşünüyor musunuz?
Benim kitap çalışmalarım var. Onun haricinde biz müzeler açıyoruz. Bursa Muaradiye Kuranı Kerim ve Hat Sanatı Müzesi, Amasya’da Şeh Hamdullah, Bayburt Ahmet Revai Efendi Müzesini açtık. Kocaeli Gölcük’te Ali Vasfi Müzesi açtık. Şuan da bir Yozgat müzesi hazırlığımız var. Bunun yanında bir Yunus Emre Müze çalışmamız duruyor. Bir kurumla görüşmemiz devam ediyor. Bu şekilde çeşitli illere çeşitli müze açmak derdindeyiz. Sergilerimiz oluyor. Çeşitli sergilere katılıyoruz. Çok fazla şahsı sergi açma derdim yok. Niyazi Misri Hazretlerin divanından 20 tane beyit seçildi. Onlar yazıldı.
Bursa hat sanatının neresinde? Bursalılar hat sanatına nasıl bakıyor?
Trabzonlu hemşerilerim buna kızacak ama. Ben Trabzonluyum. Fakat. Tophaneyi Trabzon’a değişmem. Şahsım için söylüyorum. Trabzonluyum oranında bazı sevdiğim yanları vardır. Ama Bursa başka bir yer. Bursa da şöyle bir şey var; Osmanlı’da bir dönem sürgün yerlerinden bir tanesi. Sürgün derken kontrol altında sürgün. Bir bakıma iyi yapmışlar, bir bakıma iyi yapmamışlar. Şimdi ki bakış acımızda bunu iyi yapmışlar diyebiliriz. Örneğin; Fatih döneminde Ahmet paşa gelmiş. Büyük bir şair burada yatıyor. Osmanlının ilk altı padişahı burada yatıyor. Lami Çelebi gibi büyük insanlar yetişmiş. Biz Bursalı hattatları çalıştığımız bir projemiz var. Bursa’yı kurcaladığınız zaman takiben yüzün üzerinde hayatını tespit ediğimiz hattatlar var. Bunların başında İsmail Hakkı Bursalı hazretleri var ki; Hafız Osman’nın talebesidir. Ayrıca Ulu Camisiyle her geleni manen bitiriyor. Çok keyifli bir yer. En çok gelenlere ‘bu sanatı niye merak sardınız’ diye sorduğumda ilk söyledikleri ‘Ulu Camide vav’ı gördüm ondan merak sardım’ diyorlar. O devasa, 12 metrelik yazıları görünce gerçekten belki de dünyanın en güzel yazıları şuanda Bursa Ulu Camide asılı. O yüzden Bursa’nın yeri bambaşka. İstanbul’un başkent olması sebebi Şeh Hamdullah Efendinin İstanbul’a gelip padişahın gözetiminde yaşamını sürdürmesinden dolayı yazının başkenti de olmuştur. Ama bizim İstanbul’dan önce yazı başkentlerimiz var. Edirne var, sultan Murat dönemi. Onun öncesinde Amasya’mız var. Amasya’da yetişmiş bir dünya hattatımız var. Biz coğrafya ayrımı yapmıyoruz ama Bursa’nın da yetiştirdiği çok çok büyük hattatlar var. Bursa’da yetişmiş ama İstanbul’da vefat etmiş hattatlarımız var.
Eserlerinizin arasında en beğendiğiniz bu benim eserim değiniz var mı?
Şöyle söyleyeyim; Bursa konusunda bir serzenişte bulunmak istemem ama; Bursa’ya yazdığım bir hilliye var. Muradiye de şuan. Ama maalesef başına bir kaza geldi o kazadan sonra restorasyon edildi. Restorasyondan sonra daha yerine asılmadı. Hilliyenin boyutu, 6 metreye 3 metre. Şuan dünyanın en büyük hilliyesi. Dünyanın en büyük hilliyesi Bursa’da. Ha şuan ki yönetim kıymetini biliyor mu? Bilmiyor. Dünyanın herhangi bir yerinde ‘bu dünyanın en büyük şişesi’ deseniz bir talebe karşılık verir. Bunu merak eden insanlar gelir. Şöyle bir örnek veriyim; bir ara Türk haftası nedeniyle Bursalı sanatçı arkadaşlarımızda 10 günlüğüne Danimarka’ya gittik. Danimarka Kopanhak Meydanında kendi sanatlarımızı anlattık. Etkinlik yaptık. Bizi de gezdirdiler. İlk gezdirdikleri yerde Danimarka’nın bir sahiliydi. Sahilde Deniz kızı heykeli varmış. Heykel insan boyutunun 2 katı kadar. Çok devasal değil. Hani bir Hürriyet heykeli gibi bir şey değil. Neyse gittiğimizde orada yoktu. Onun yerine oraya büyük ekranlı televizyon kurmuşlar. Çin onu o devletten kiralamış. Çin’in bir yerinde orjinali sergileniyor. Oradan da canlı yayınla yerinde denizin üzerinden izleniyor. Bir heykele verilen değer bakın. Ben heykel sanatını kötülemek için söylemiyorum. O öyle ise bizim Ahmet Şemsettin Karahisari Kuranı Kerim’ini bizim ne yapmamız gerekiyor. Biz sanatlarımızsa eserlerimize gereken önemi vermiyoruz.
BURSA5N1K
M.Serkan yavuz